Gün geçtikçe bu memlekette bir şeyleri yazmak, anlatmak, açığa çıkarmak, aydınlatmak daha da yürek istiyor daha da can siperane bir hal alıyor. Bu durum beni içten içe korkutsa da korkumun sebebini canım değil canım şehrimin geleceği oluşturuyor.
Bu meslekteki 45. Yılım. Dile kolay 45 sene. İçinde sürgünler, mahkemeler, davalar, kavgalar, zorluklar ve yokuşlar barındıran tam 45 sene. Neredeyse yarım asır… Bu zaman zarfında öğrendiğim en önemli şeylerden birisi şu oldu: Bir yerde canı yanandan çok can yakanın sesi çıkıyorsa o yerde bazı şeyler ters gidiyor demektir. Bu tersliğin adını her şey diyebilirsiniz; yolsuzluk, liyakatsizlik, karanlık gibi. Türkçemizde negatifi anlatacak birçok terim var dilediğinizi seçip kullanabilirsiniz zira sonuç olarak özgür bir ülkedeyiz değil mi(!) Dürüstlükten, doğruluktan dem vuran çok insan gördüm sonra pervasızca artan mal varlıklarına şahit oldum. Yanlış anlaşılmasın kimsenin malında gözümüz yoktu ama sanki bir yerde harcanan paralar bizim de paramız gibi geliyordu bana yavaşça artık. Sonra şunu fark ettim: Şehirde eğitimden dem vuran özel okul sahiplerini gördüm; ister istemez şunu sordum kendime madem kötüydü eğitim, neden siz daha iyi bir yere taşımadınız ? Sözüm işini namusuyla yapanlara değil kimse üstüne alınmasın. Dediğim gibi benim sözüm yaktıkları canlardan çok kendi sesi çıkanlara.
Tabi şu da var; bizim sesimiz gitmeyebilir yüksek kalite derili kaplama makam kapılarının arkasına veya millyon liralık arabaların içine ancak şuna inanıyorum: Gerçek yalnızca gözle hissedilebilecek bir mevduat değildir. Lakin kararmasın yeter ki sol göğsün altındaki cevher…