Güzel ülkemin makus kaderi olmuştur hep ; elindeki potansiyelleri değendirmekten bir haber olmak. Tarih tekerrür etsin lakin edecekse 19 mayıs 1919’u etsin etsin 23 Nisan 1920’yi etsin 29 Ekim 1923’ü etsin. Başına gelen musibetleri yine kendi kadim değerleriyle alt edebildildiğe inanan bir millet olalım istiyorum. İnanın bu çok zor değil.
Görünen köy denen bir tabir vardır bilirsiniz. Ülkenin sosyolojik ve politik blokları cam gibi görünmekteyken halen yanlış adım atılabilme ihtimalinin olması trajikomik bir durum olma niteliğini kaybetmiş düpedüz fiyasko olma yolundadır. Dün lise sıralarındaki gençlerin şanslı olanları büyüdüler ve bugün karar verme yetkisi kazandılar. En iyi değerlendirme yetisine de şüphesiz onlar sahiptirler zira biz görerek onlar ise bu süreçleri yaşayarak büyüdüler. Bakın 20’li yaşlarında ve daha yolun çok başında olan oğlum bile beni arayıp diyor ki “baba bunlar ne yapmaya çalışıyorlar?” O kadar haklı ki bu soruyu sormakta ! Anlamak çok güç. Belli başlı gerçekler vardır bunları söylemekten dilimde tüy bitti. Bazı çiçekler bazı topraklarda açmaz. Umut tacirliği yapmanın da lüzmu yok. Atılacak tek kurşun harcanacak tek kuruş kalmışken hayallerinizi ihtiva edecek halimiz kalmadı. Ya kendinize gelin ya da bizden uzaklaşın.
Bu yazılan cümleler çerçevesinde yapılacaklar da yapılması gerekenler de yeterince açık ve ortadadır. Anlamak isteyen anlayacaktır şüphesiz. Kim memleket kim koltuk sevdalısı biz gördük tamam en çok siz aşıksınız koltuğa. Ama bu devir artık sevda devri değil. Çünkü sevda karın doyurmuyor. Kendimize gelelim.