Alışkanlık veya alışmışlık başta insanoğlu olmak üzere bütün canlıların yaşamlarının farklı evrelerinde milyon farklı gerekçelerle gösterdiği ve geneli itibari ile sonu aşırı bağımlılıkla son bulan bir davranış biçimidir…
Pek tabi bu davranışın olumlu yanları olduğu gibi acı veren, kaotik ortamlara, istenmeyen bireysel veya kitlesel olaylara hatta ölümcül sonuçlara sebebiyet veren alışkanlıklar çok daha fazlaca görülmektedir…
*Çoğunlukla özenti, sonrasında tek bir dal ile başlayan ve binlerce zehri kendi isteğimiz ile vücutlarımıza zerk ettiğimiz tütün (Sigara) alışkanlığı bunlardan en belirgin olanıdır mesela.
Kötü alışkanlıklar listesi alkol, fanatizm, şoven ırkçılık, saplantı, obeziteye neden olan tüketim, lüks yaşama, yalan, iftira, hırsızlık, sömürü, tembellik, asalak bir yaşam diye başlar bitmek bilmeyen rakamlara ulaşır!
Tabi istisnalar hariç bunların bütünü bireysel alışkanlıklardır aslında ve zorda olsa tedavisi mümkündür ancak bir toplumsal refleksler ve alışkanlıklar vardır ki; her evresi o toplumu, ülkeyi, halkı felakete doğru sürükler!
Mesela koyun sürüsü moduna girmiş ve sorgulama, eleştirme, hak arama, tepki koyma, düşünme; düşündüğünü haykırma, farkındalık, üretme ve yüksek sesle konuşma yetilerini kaybetmiş ve bütünüyle güdülenmeye bakir toplum ve halk psikolojisi aslında o toplumun, halkın, ülkenin en büyük felaketidir...
EN GÜZEL KAYBEDEN HALK..!
Mesela kaybetmeyi veya kaybettiklerinin değerini kaybedişten sonra anlama kabiliyeti ile Kürt halkı kötü alışkanlıklar hususunda en mahir halklardan birisidir!
Kürt Halkının yaşarken nerede ise vatan haini ilan edilen Ahmet Kaya'yı öldükten sonra sahiplenmesi buna güzel bir örnektir mesela.
Kürt Halkı zamanla "Yasaklar, korku, endişe" ve daha bir çok bahaneye sığınarak susma bağımlılığına yakalandığı gibi; başta sanatçıları olmak üzere aydınından, siyasetçisine kadar biraz ön plana çıkan her bireyinden militanist bir duruş bekler hale gelerek onları slogan atmak, haykırmak, devlete, kanunlara, kolluk kuvvetlerine karşı çıkarak mahpus damlarına itmeyi dayattı!
Bu dayatmanın getirdiği en büyük ödül ise; kişi öldükten sonra resmini profiline koyup kahraman ilan etmek veya düştüğü mahpus damlarında, çaresizliğin ortasında yalnız bırakmak oldu!
Kürt Halkı gelişen ve değişen dünya da kendini ve sorunlarını çağa uygun olan iletişim ve siyaset üzerinden ifade etmekten çok; oturduğu yerden, yatağından tiwit, yorum ve mesajlarla sanatçısını, aydın ve siyasetçisini militan olmaya zorlayarak; slogan atarak yapmayı tercih etti.
Bu yüzdendir ki; Kürt Halkının bütün dünya da tanınırlığında büyük emeği olan ve bunun bedelini en ağır şekilde ödeyen Şivan Perwer dahi dünün bebekleri tarafından acımasızca eleştiri alabilmekte, yaşama alanları ellerinden alan Kürt sanatçı, aydın, yazar çizer ve siyasiler bizzat Kürt Halkından yoğun tepki almaktadır.
Mesele bunu en iyi kendi ülkesinde mücadele etmek yerine Avrupa'ya kaçıp rahat bir yaşamı tercih eden bazı Kürtler çok iyi yapmaktadır!
Öyle ki; Avrupa'nın farklı ülkelerinin güzel kentlerinde rahat bir yaşam süren bu arkadaşlar sıklıkla Türkiye de yaşayan Kürtleri meydana çıkmamakla itham ederek anarşiye, militanizme doğru kışkırtır.
Gariptir ki; sığınmacı, mülteci Kürtler ve hayatı boyunca Kürt Halkı için zırnık bedel ödememiş tipler sosyal medyada büyük devrimci, kahraman olurlar...
Kaybetmek, kabullenmek ve kendi evlatlarını ateşe atmak Kürt Halkının en iyi başardığı hastalıklı bir bağımlılık halidir vesselam.
KÜRT HALKININ TARİHİ ERDOĞAN & DEMİRTAŞ HATASI..!
Kanımca Kürt Halkının kaybetme hastalığının ülkeme ve Kürt Halkına verdiği en büyük zararlar Erdoğan ve Demirtaş'ı anlamamak ve çözümün kıyısına gelen bu iki büyük lideri çatışır hale getirmek oldu!
Kürt Halkı maalesef 100 yıllık ülke tarihinde Kürt Halkına en büyük değeri veren ve Kürt sorununun çözümüne yönelik gerçek, samimi adımlar atan tek lider olan Erdoğan ile Kürt Halkının bağrından çıkmış en önemli siyasetçilerden birisi olan Demirtaş'a omuz vermek yerine Türk solunun tuzağına düşerek ayırmayı tercih etti!
Öyle ya; yaklaşık 3 yıl süren ve tek bir Türk & Kürt annenin evladına gözyaşı dökmediği; şehit haberlerinin gelmediği çözüm sürecinde "Sırtımızı YPG'ye dayadık!" demek ülkeye, barışa, çözüme ve Kürt Halkına en büyük ihaneti...
Hakeza Dersim katliamı nedeni ile özür dileyen ilk başbakan olan Erdoğan'a karşı "Seni başkan yaptırmayacağız" mottosu ile savaş açmak bu ihanetin bir diğer zehirli operasyonu idi...
Elbette bu Süleyman Soylu'nun aşırı sert Kürt politikasını haklı kılmaz ama bu çatışma halinin ülkeme verdiği büyük zararları zaman geçtikte çok daha iyi anlayacak ve derin pişmanlıklar içinde ah edeceğimizden şüphem yok!
Erdoğan ile Demirtaş'ı ayırmanın getirdiği negatif sonuçlar sadece Kürt Halkının değil; bütün ülkenin kimyasını bozdu; dengeleri allak bullak ederek bitmek bilmeyen ekonomik, sosyolojik, psikolojik bir kaosa sürükledi...
*Erdoğan ve Ak Parti normal şartlarda asla bir araya gelemeyeceği MHP ile ittifak içine girerek aslında kendi kaybedişine imza attı!
*Son yerel seçimler ve Davutoğlu gibi Ak Parti kurucularının verdiği demeçler göstermiştir ki; Ak Parti MHP ile ittifak kurarak kaybetmeye doğru yelken açmıştır.
*Erdoğan Kürt Halkına sırtını döndü algısı Ak Partinin İstanbul, Ankara başta olmak üzere birçok BŞ belediyesini kaybetmesine neden oldu.
*Bu ayrılık ve barış ortamının bozulma halini çok iyi bir fırsata çeviren başta Fetö Terör örgütü olmak üzere Kürt sorunundan nemalanan herkesin Erdoğan düşmanlığını halka empoze etme fırsatını yarattı!
Zira kaosun ortasında gelen başkanlık sistemini Erdoğan'a yaranmak ile eş tutan bir takım siyasiler ve onların uygulamaları yüzünden ülke siyaseti genine tam oturmadığı gibi adeta vücut kimyasını bozan parazit halini almaya başladı.
Çünkü Halka artık her olumsuzluğun sorumlusu olarak Erdoğan adres olarak gösterildi!
Başarısız bakanların, il başkanlarının, vekil ve bürokratlarının bütün faturası Erdoğan'a kesildi veya kestirildi...
*MHP ile girilen ittifakın da etkisi ile parti içine ziyadesiyle liyakat ve dava bilincinden yoksun isimler sızmış oldu.
Şanlıurfa örneğinde olduğu gibi Erdoğan çoğu tefeci, çıkarcı, rüşvetçi, ihale vurguncusu ve Ak Partinin adaletini yok ederek kalkınmasını kendi ceplerine yönlendiren tipler yüzünden yanlış bilgilendirildi!
*Fetö Terör Örgütünün ülkenin bütün kurumlarından temizlenmesi harekatı cadı avına dönüştü!
Fetöcü oldukları ayan beyan ortada olan bazı siyasiler "Aldatıldık, yanıldık" hakkından yararlanmakla kalmadığı gibi asla fetöcü olmayacak "Kürt, Türk Solu, Milli Görüşçü ve Ulusalcı" kesimden polis, asker, hâkim savcı, doktor başta olmak üzere masum insan kıyımına girişti!"
Bu kıyım çözüm sürecinde Ak Partili olmayanların dahi adaletine inandıkları Erdoğan ve Ak Parti sempatizanlarında derin bir öfkeye dönüştü!
Adalete olan güvenin doğal sonucu olarak 80 milyon adaletin sadece Ak Partili olanlar için işlediği düşüncesine kapıldı!
Çok da haksız olmayacak bu düşüncenin sebebi ise ülkeye "Ak Partili olmayan bizden değildir ve düşmandır" refleksi gösteren; bunu yaparken de halkı sömüren, masum KHK, MEB Mülakat, EYT, Askeri Lise, Süresiz Nafaka ve DEDAŞ gibi bazı kurumların yarattığı mağdurlar üzerinde Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığını körükledi...
EMANETİN EHLİNE VERİLMESİ ŞART ARTIK..!
Elbette ki bütün bu olumsuz tabloya rağmen Erdoğan ve Ak Parti için tren henüz kaçmış değil!
Siyaset bilimci, psikolog hatta siyaset adamı bile değilim ama bir vatandaş olarak ülkemin huzuru için olmasını gerekenlerin farkındayım bu bağlamda kanımca yapılması gerekenler şunlardır.
*Ak Partinin derhal MHP ile ittifaka son vermesi ciddi bir değişim içine girerek içine sızmış tefeci, rüşvetçi, ihale vurguncusu liyakat dava bilincinden yoksun isimlerden kurtulması.
*Özellikle Soylu'nun sert Kürt ve Ak Partili olmayan herkesi ötekileştirme politikasının yumaşatılması.
*İstanbul'u yalnızca 13.000 oy ile kaybeden Ak Partinin haksızca, hukuksuza işinden aşından edilmiş yüz binlerle ifade edilen KHK mağdurlarına haklarını iade etmesi; torpili olanların iade edildiği iddiaları ve adaletin prangası olduğu düşünülen OHAL komisyonun kaldırılması.
*Fetö Terör örgütü ile anılan isimlerle derhal yol ayırımına gidilerek kamuoyu nezdinde var olan Fetö siyasi ayağı korunuyor yargısının son bulmasının sağlanması.
*Beka sorununa çözümü Türkiye ittifakı olarak gören Erdoğan'ın etrafını kapatmış ve bazı gerçekleri görmesini engelleyen isimlerden kurtulması.
*Adı aile ve Karadeniz kabinesine çıkan ve içlerinde nerede ise Kürt kökenli ismin olmadığı kabinenin acilen değişmesi; Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri yani Kürt Halkı ile Ak Parti, Batı ve Erdoğan arasında uzlaşmacı, sağlam, soruna hakim, çözüm yetisi olan bir iki ismin kabineye veya genel başkanlığa gelmelerinin sağlanması.
*Örneklerinin Urfa da yaşandığı da iddia edilen ve giderken belediyeleri yüz milyonlarca borç batağında bırakan isimler ile işi artık maddi vurgunun ötesinde fakir fukaranın ırzına göz dikmeye kadar götürdüğü iddia edilen isimler ile hesaplaşılması.
*Teşkilatların yıpranmış, çıkarcı, tacize, vurguna bulaştıkları iddia edilen isimlerinden arınması.
*Eğitim sisteminin Mülakat adı altında torpil tezgâhına dönüşmesinin önüne geçilmesi.
*Tarım ve Hayvancılık politikalarında üretime dayalı projelerin derhal hayata geçirilmesi.
*Giderek artan kadın ve çocuk tacizlerinin önlenmesine dair kanunlar ile kamuoyunun psikolojisini ekonomiye ve borsaya da olumlu yönde etki edecek şekilde güven verilmesi
*Ne olduğu belli olmayan birçok vakfın tasfiye edilmesi.
*Bir yandan Fetö Terör Örgütü gibi bir tehlike ile savaşırken öte yandan yeni cemaatlerin güçlendiği ve önlerinin açıldığı algısının yıkılması.
*Devlet Kurum ve kuruluşları ile iş yapan firmaların dolar ve zamlar yüzünden istifa ettikleri göz önüne alınarak gerekirse tasfiyelerinin sağlanması.
Bütün bu şartların özetini ‘’Emanetin ehline verme’’ denkleminin artık doğru şekilde uygulanması oluşturur. Zira ehline emanet edilmemiş emanetler yara aldıkça Ak Partinin içine girdiği kaybetme girdabı ülkeye zarar verecektir.
Madem ‘’Emanetin ehline verilmesinin Ak Parti, Erdoğan ve dahi ülkem için elzemdir’’ diyor isek; o halde bir örnek vererek ne denli önemli olduğunun altını çizmek de boynumun borcudur…
Doğrusu kazanıldığını düşünmediğim Şırnak ve zaten her daim Ak Partinin kalesi olan Urfa’yı saymadığınızda Ak Partinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu da kaybetme trendine girdiği ortada!
Hal böyle iken ve daha da önemlisi her iki bölgenin iktidar başta olmak üzere ülkenin bütünü ile doğru bütünleşmiş ola bilmesi için her iki bölge ve batı dinamiklerini iyi bilen bir isme ihtiyaç vardır. Kanımca bu isim üzerinde taşıdığı vefa, merhamet, bilgi birikim, vicdan ve tertemiz Allah inancı vasıflarını siyasetin bütün kirlenmişliğinden korumayı başarmış; AB Uyum Komisyonu başkanlığı ile kendi gelişini harika bir şekilde tamamlamış M. Kasım Gülpınar emanetin teslim edileceği en önemli ehildir…
Mezopotamya’nın ve Kürt Halkının son asilzade ve aristokratı olan Gülpınar’ın Ak Parti ve ülke siyaseti ile Kürt sorununun çözümüne katacağı çok şey vardır diye düşünüyorum. Dolayısı ile Ak Partinin özellikle Urfa ekseninde halkta karşılığı olmayan; geçmişlerinde ve bugünlerinde tefecilik, rüşvet, ihale vurgunluğuna dair şaibelerin olduğu; liyakat yoksunu dava bilincinden bihaber bazı isimler yerine olası bir Gülpınar tercihi çok büyük kazanım olacaktır.
Kısacası Erdoğan ve Ak Partinin yeni bir geri dönüşe hem de kısa sürede imza atması artık kaçınılmaz bir durum olup; Ak Partinin de kaybetme alışkanlığına yakalanmaması için gerekli önlemlerin alınması şarttır...
URFA'NIN KAYBETME ALIŞKANLIĞI ÖLÜMCÜL BİR HASTALIKTIR..!
Tabi söz konusu kaybetme alışkanlığı ise eğer bu konuda Urfa halayın başı olacak kadar mahirdir ne yazık ki!
Mesela yıllar sonra yerli bakan patenti ile kabineye giren ismin hem kendine hem Urfa halkına kaybettirdiği onca şeyin bedel listesi hala zarar vermeye devam ediyor...
Tarih boyunca kendinden olana köstek olma alışkanlığı şehrin içini kemirme özelliğini güçlü Ak Parti iktidarında çok daha belirgin hale getirmiştir!
Bir avuç temiz ismi saymazsak meclise şehrin en liyakat yoksunu isimleri gönderen Urfa Halkı pek tabi bunun doğal sonucu olarak yıllarca dışarıdan tayin edilen ağabeylerle yönetildi!
(Bir avuç var mı gerçekten bilmiyorum!)
Dışarıdan gelen ağabeylerin şehrin genetiği ile oynadıkları ve verdikleri zararlar ortada iken bazı kesimlerin hala bitmeyen Güvenç aşkı kendine düşman olma sendromunun tipik vakalarıdır aslında...
Bitmeyen DEDAŞ zulmü ve soygununa gıkını çıkaramayan isimleri baş tacı ederken; liyakat sahibi Urfalıların önünü tıkama operasyonları tipik Urfalı hastalığıdır!
Ülke genelinde hiç bir ilin siyasileri Urfa kadar birbirine düşman değildir mesela!
Birbirlerine ve kendi öz değerlerine karşı beslenen bu düşmanlık duygusu tarımı, hayvancılığı, yeraltı yerüstü zenginlikleri ile ülkenin ekonomisine çatı olacak şehrin halkını derin bir yoksulluğa, mevsimlik işçi çilesine mahkûm etmektedir.
Siyasetinin nerede ise bütünüyle kişisel hırsların, usulsüz kazanımların ve torpilin yurdu olduğu Urfa'nın geleceğe güvenle bakması ve Ak Partinin kalesi olma vazifesini sürdürmesinin yegane yolu şehirdeki bazı siyasilerden arınması ve özellikle önünde 5 yıl gibi uzun bir süre olan BŞ Belediye Başkanı Zeynel Abidin Beyazgül ile Ak Parti il başkanı Bahattin Yıldız’ın emaneti ehillerine teslim etme duruşu olacaktır.
EMANETİ EHLİNE VER BEYAZGÜL BAŞKAN..!
Dün olduğu gibi bugün de şehrime büyük hizmetler vereceğine inandığım BŞ Belediye Başkanı Sayın Zeynel Abidin Beyazgül’ün önünde tarihi bir fırsat bulunmaktadır!
Bu fırsatın adı BŞ yapılanması ve özellikle BELTUR, BELSAN, ENERJİSAN, Genel Sekreterlik ve stratejik öneme sahip diğer koltukları yani şehrin kaderini belirleyecek emanetleri ehillerine teslim etmesidir.
Kaldı ki Beyazgül’ün ülkenin en önemli hatta nadir ehillerinden birisi olan M.Kasım Gülpınar gibi çok önemli bir şansı vardır bu konuda. Yerel seçim sürecinde içten vurulurken ve alenen ihanete uğradığı dönemde Gülpınar’ın büyük emekleri ve desteğini alan Beyazgül’ün emaneti ehline verme aşamasında yanlış yapmaması için Gülpınar yanı başındaki en önemli şans ve değer olarak duruyor.
Hakeza ülkenin en genç il başkanı olarak tarihe geçen Bahattin Yıldız için de Gülpınar gibi bir isimle aynı çatı altında olmak hem kendisi hem Urfa hem parti adına büyük şanstır. Özellikle son zamanlarda teşkilat içinden büyük ihanetlere uğradığı iddiaları doğru ise Yıldız’ın emaneti ehline teslim etme hususunda Gülpınar ile istişareyi eksik etmemesi çok önemlidir.
ÇOCUK TACİZİNE ALIŞTIK LANET OLSUN..!
5 Yaşında bir çocuğun taciz edildiği iddiasıyla sarsıldığımız şu günlerde bir kez daha gördüm ki; çocuk tacizlerine, tecavüz; tacizci ile tecavüzcülerine alışmışız ne yazık ki!
49 Masum bebenin tecavüze uğradığı iddia edilen vakfa ve sonrasında ‘’Bir kerecikten bir şey olmaz!’’ dediği iddia edilen güruha karşı korkudan ses çıkaramayan bir halkın bugün 5 yaşındaki bir çocuk için isyan yürüyüşlerini samimi bulmuyorum!
‘’9 yaşındaki çocukla cinsel temas günah değil; baba ile çocuk arasında bademlemedir!’’ diyebilen sapık cübbeli hocaların hala ülkem de ekrana çıkmaları ve varlıklarını gayet bolluk, zenginlik içerisinde sürdürmelerine korkudan ses çıkaramayan bir halkın tepkisi benim için samimi değildir.
Çocuk tecavüzcüleri ile tacizcilerinin hafifletilmiş nedenlerle salındığı zamanlara karşı susan bu halkın çocuklarını dahi savunma hakkı kalmamıştır nezdimde.
KADIN CİNAYETLERİNE VE TACİZ İLE TECAVÜZLERİNE ALIŞTIK.!
Müslüman ülke olmayı ve İslam’ı anlayamamış, kendi kutsal kitabını okumayan; okuduğunu dahi anlamayan bir halkın kendi annesine, bacısına, eşine, kadınına zulmetmesi kaçınılmazdı elbette!
Nerede ise kadına tacizi meşrulaştıran kanunlar, açıklamalar ile ülke olarak giderek kadın cinayetine, taciz ve tecavüzü ile bu kepazeliğe imza atanlara da alışır olduk!
Bütün ülkeyi yasa boğan Özgecan cinayetinde ‘’Kadın da mini etek giyip, sokakta kahkaha atmasın!’’ diyerek resmen kadın cinayetini, tecavüzü meşru kılan Nihat Doğan gibi mikrobik varlıkların sanatçı olarak para kazandığı ülkem de: Nihat Doğan’a alıştık, Yavuz Bingöl’e alıştık, otel de hayat kadınına parasını ödemeyip sonrada ekranlarda halka namus satan namussuzlara alıştık!
Ekranlardan ensest, iğrenç ilişkilerin kutsal aile değerlerimiz ile alenen oynamasına alıştık!
Gerçek hayatlarında para ile vatani görevlerini yapan dizilerde devlet adına sinek gibi adam öldüren, cinayet işleyen çakma kahramanlarına alıştık!
Gömlek değiştirir gibi din değiştiren mankenin, hayatında 8 resmi bilmem kaç sekiz hayrı resmi evlilik yapan şarkıcının ekranlardan bize aile değerlerini, namusu, dini öğretmeye çalışmasına alıştık!
Kendi hırsları veya sapkın ırkçılık hastalıkları ile Türkü, Kürtü, Arap’ı birbirine düşman edenlerin itmesi ile birbirimizi kırmaya alıştık!
Kimi zaman sadece güzel oldukları için güzellikleri ile boğduk kadınlarımızı! Kimi zaman kendi yetersizliğimizin acısını çıkararak; pisliğin dibine batmış erkekliğimizi aklamak için kah baş örtüleri yüzünden hayatlarını zehir ettik kah baş örtü takmadıkları için!
Velhasıl sapık, sapkın bazı isimlerin göz göre göre kadınlarımızı katletmelerine bile akıştık.
BE HEY YOBAZ BE HEY REZİL HERİFLER..!
Şimdi sizlere uğruna nice kızımızın, kadınımızın katledildiği VAJİNA meselesine girip nasıl kimyanızla oynayacağım bir görün!
VAJİNA evet, hani şu NAMUS kavramını yüklediğimiz organ! Hani şu ilk cinsel ilişkide mutlaka ama mutlaka kanaması gereken organ yahu!
Hala anlamıyorsan ‘’Kızlık Zarından bahsediyorum!’’ Hani şu senin evlilik çağına gelene dek onlarca kızla yatıp kalktıktan sonra evleneceğim kız illa bakire olsun ve kanasın ha kanasın diye tutturduğun namus nişanesi!
Biliyorum aklın almaz veya sapkınlığın yüzünden almak istemez ama o organların bazıları esnek oluyor, yırtılmıyor, bazıları hiç olmadığı için zaten yırtılamıyor ya hah o organ işte! Belki de senin p…sin işe yaramıyordur ne bileyim!
Bak sevgili yobazcığım, sevgili rezil herif; bütün ahlaki değerleri sığdırmaya çalıştığın vajina ve kızlık zarı var ya; anne karnındaki bebeğin soyunu devam ettirebilmesi için doğanın aldığı bir önlem, ilahi yaradılışın insan aklının alamayacağı bir koruma mucizesidir. Yani dış dünyanın mikroplarının rahim içindeki steril (Arınık) dokulara ulaşmaması için var; senin egolarını tatmin etmek ve her türlü namussuzluğu yapıp namuslu gibi geçinmen için değil…
Eğer kızlık zarı olmasaydı kız çocuklarının %90’ı ergenlik dönemine yetişmeden ölüyor olacak ve muhtemelen sen de başka yaratıklarda namus ile cinsel hazı arayacaktın!
Sevgili Yobaz, sevgili rezil herifler; vajina namus değildir ama bu herkes oraya sahip çıkabilir demek de değildir… Herkes namusunu kendi taşır ve haşa başka şeyi iddia etmek haddimize değildir.
Mesela kıçına hıyar monte den imam namussuzdur! 11 Yaşındaki çocuk ile cinsel temas kuran namussuzdur! Hatta 45 çocuğa tecavüz edenlerin hepsi namussuzdur!
Etek giyen herkesi yollu; şort giyen herkesi herkesle yatacak sanmak; başı açık herkesi tahrik sebebi görmek namussuzluktur mesela…
Kızlık zarı meselesine gelecek olursak: Sevgili Yobazım, rezil heriflerim; kızlık zarına verdiğin önemi çocuk ve beyinin gelişimine verseydin ortaçağ karanlığını değil; bilim ve teknoloji çağının güçlü Müslüman ülkesi olmayı konuşurduk…
Ve uğruna cinayetler işlenen küçük bir et parçası bu kadar önemli hale gelmezdi.
Kızlık zarı ve vajina namus değil hatta bacak arasında kalan hiçbir organ namus değil. Namus denir biliyor musun; namus, kadın vücuduna mahremiyetine saygılı olmaktır. Çocuk ve gençlere karşı sapkın güdülere girmemektir. Kadını çuvala sarmak, hapsetmek, sahip olunacak mal yerine koymamaktır namus. Öyle ya; varlığın, duruşun, zekân, şefkatin, aşkın ve sevgin ile gönlüne giremediğin kadını dört duvar arasına hapsetmek, örtmekle namuslu olmuyorsun…
Namussuz arıyorsan sünnettir diye küçücük çocukları eş olarak alanlara bak…
Sen de onlardan biri isen aynaya bak, göreceksin namussuzun çirkin yansımasını.
Şunu merak ediyorum: Eşinin ilk erkeği olmak istiyorsun; eşinin kendini sana saklamasını istiyorsun…
Peki, sen kendini kadınına saklıyor musun? Eşinin ilk erkeği misin veya eşin gerçekten senin ilk kadın mı?
(%95’i ALINTI)
HAKSIZLIKLARA ALIŞTIK!
Ülke olarak her türlü haksızlığa alıştık ne yazık ki! Mesela fetöcülerin saklanmak için iftira attığı KHK Mağdurlarının yaşadıkları dramlara kör, sağır, dilsiz kalmaya alıştık!
Mesela MEB mülakat mağdurlarının çalınan hayatlarına alıştık!
Mesela DEDAŞ gibi kurumların göz göre göre bizleri sömürmelerine alıştık!
Mesela ötekileştirilmeye alıştık!
Mesela namus nidası ile emeklerimizi sömürüp Metropollerde metresleri ile namussuzluğun dibine vuran belediye başkanları, vekil ve bürokratlara alıştık!
Mesela terörün olmadığı yerde sözde teröre karşı mücadele edenlerin masum insanları mahpus damlarına atmalarına ve dahi katletmelerine alıştık!
Sahi, çözüm sürecini bitirdiği iddia edilen CEYLANPINAR ilçemiz de iki vatan evladı polisimizin hunharca şehit edildiği cinayetin son zanlıları da berat etti! Galiba biz faili meçhul cinayetlere kurban giden masumlara da alıştık!
Suriyelilerin bizlerden çok daha iyi haklara sahip olduğu bir düzende kendi ülkemizde ötekileşip işsizliğe, yoksulluğa da alıştık!
Öldükten bir iki saat veya gün sonra işine iade edilen KHK Mağdurlarının ayıbına alıştık!
ÖYLE YA;
Bizler yanılma, kanma hakları olmayan ve her şeye alışmak zorunda olan sade vatandaşlarız!
PEKİ YA BAŞLIK..!
Şimdi diyeceksiniz ki ‘’Başlığın bu makaledeki yeri ne?’’
Sevgili dostlar; başlığımı rahmetli Levent Kırcan’ın canlandırdığı ve iş adamları ile siyasilerin talan ettiği sit alanlarına karşı mücadele ederken akli melaikelerini yitiren sonrasında önüne gelene ‘’Sittir ya!’’ diye cevap veren skeç kahramanından aldım.
Ve diyorum ki; namus, vicdan, merhamet, barış, kardeşlik, vefa, dostluk, anlayış, adalet bizim değer yargılarımız bütünü ve doğal değerlerinin sit alanıdır arkadaş; sittir ya sit; bi talan etmeyin sit alanımızı artık.
Bi sittirin ya!