Şanlıurfa'nın Eyyübiye ilçesinde bulunan, Balıklıgöl platosu üzerinde, usta-çırak ilişkisi ile kuşaktan kuşağa aktarılan el sanatı, ustaların emekleri ile nakış nakış işlenerek Rızvaniye Külliyesi'nde hayat buluyor.66 yaşında olan Nahhat Ustası Abdulvahap Yoltay; Şanlıurfa'da bu el işi ile uğraşan sayılı ustalardan biri olarak biliniyor.
Osmanlı zamanından günümüze kadar ulaşan, el sanatlarından biri olan Nahhat sanatı ile uğraşan Abdulvahap Yoltay; konu ile ilişkin şu ifadelere yer verdi:Rızvaniye Külliyesi'nde Nahhat sanatını yapmaktayım, valiliğin bize sunmuş olduğu bu küçük odalarda; hediyelik eşa, Nahhat sanatı, hat sanatını birbirini eşleştirerek tablo hâline getirerek insanlara sunmaya çalışıyorum. Beş yıldır buradayım, 1996'den beri Naht sanatını ica ediyorum, gelen yabancı turistlere, gelen turlara bir şeyler sunmaya, vermeye çalışıyoruz. Hafta sonları buralar kalabalık oluyor, insanların bize göstermiş olduğu güzel şeylerle bir Urfa hatırası alıp, giderler. 1996'da bir sergiden etkilendim, Ömer Göncü hocamız beni kâbul ederek, kendisi ile iştigal ettik bir ay kendisi ile çalıştım. Ondan sonra kendi kendime çalışarak kendi kendimi geliştirdim. Normalde hobi olarak yapıyordum, sergi yerim yoktu, valilik bize bu imkanı sundu, beş yıldır burada insanlara yaptklarımızı satıyoruz. Dışarıdan da bazen talep oluyor. Özellikle Balıklıgöl temalı, Şanlıurfalı temalı hediyelik eşyalara rağbet gösterliliyor. İnsanların zevkleri tartışılmıyor, hangisi hoşlarına gittiyse, alıyorlar ama genelde Urfa ile alakası olmasını istiyorlar. Biz de özellikle ürünlerin üstüne ''Şanlıurfa'' yazıyoruz, Şanlıurfa ile ilgili olmasa da, kalemliğe bile Şanlıurfa'yı yazıyoruz, buradan bir hatıra olduğu kendilerine nispet olsun diye. Bu şekilde insanlara sunuyoruz."
44 Yaşındaki Mahmut Çaycı, Kemik tarak ustalığını yedi yıldır yaptığını ifade ederken, o dönemim valisi bu sanat kırk-elli yıldır Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yapılmadığı için, kemik tarak ustasını Denizli'den getirip, eğitim verdikten sonra, bu mesleği Rızvaniye Külliyesi'nde yapmaya başladım. Yaklaşık bir tarağı yaparken, Tonlarca koç boynuzu aldığımız zamanlarda, iki yıl bekletiyoruz, iki yıl kuruyor. İki yıl kuruduktan sonra, içindeki ilikler var, içindeki ilikler otomotik olarak düşüyor, düştükten sonra, boynuzları üç parçaya bölüyorum, üç prçaya bölündükten sonra ateşte yandırıyorum, ateşte yandıktan sonra; pres hâline getiriyorum, bu işlem yaklaşık olarak 2-3 saatimi alıyor. Bir tahta tarağı üretmek yaklaşık 2-3 saatimi alıyor. Bu tarağın bir özelliği vardır, insan DNA'sı gibidir, tıpkı parmak izleri gibi, bir çıkan tarak renk olarak aynı rengi hiçbir zaman almaz. Arkası ve önü de farklıdır, bunun ne gibi bir faydası var derseniz, saçta elektriklenme kepeklenme, kırılma asla yapmaz. Yani bizlerin kullanılması gereken tarak, aslında kemik taraktır. İnsanlar sabun, şampuan vesaire gibi birçok sorunla karşı karşıya geldikleri için, çareyi onlarda arıyorlar. Aslında sorun; sabun şampaun değil, sorun kullandığınız plastik tarakttır. Ve bu sanat yaklaşık, bin, iki bin, üç bin yıl öncesi zaten vardır. Şuanda Türkiye'de sadece üç tane ustadan bir tanesi o da aktif olarak olan kişi benim. Denizli'de benim ustam var, yapmıyor. Sivast'Ta bir tane var; bıçakçı, o da yapmıyor. İşin erbabı, işin ustası; Güneydoğu'da bir tek Şanlıurfa'da, benim. Bana Türkiye'den herhangi bir destek yok, meselâ gerek belediyelerimiz olsun, gerek Valilik olsun, Kaymakamlıklar olsun, hiçbir desteği yok. Ben geçen hafta yurt dışından geldim, Hollanda, Almanya, Belçika, gibi ülkelerden geldim; ben bu sanatı götürdüğüm zamanlar, oradaki insanlar hayranlıkla bu sanatı izlediler ve anlatmamı istediler, seminerlere katıldım, Türkiye'yi bırakın, meselâ Avrupya'yı nasıl tanıttım, benim çıkmadığım medya kanalı yok ama bunlar kendi çabamdan, kendi imkânlarımdan, kendi çalışamalarımdan, kendi becerilerimden. Ben yine diyorum, sen kendi kültürüne sahip çıkmazsan, birileri gelip senin kültürünü alır götürür, senin çocuğun; senden sonraki nesil de, kültürünü gidip o çocuktan öğrenir. Ama hâlbuki sana ait olan bir kültürdür, o yüzden kısmet olursa, Almanya'ya ben gittiğimde, Almanya'da inşallah güzel şeyler başardık, kısmet olsa beşinci-altıncı ayda Almanya'ya yerleşip, bu sanatı orada icra edeceğim. Neden diyeceksiniz, çünkü bu sanatı burada ilgi yok mu, burada ilgi var ama şöyle söyleyeyim, ilgi; beni tatmin etmiyor. Ben isterdim ki, bizim devlet amirlerimiz, büyüklerimiz, valiliklerimiz, belediyeler olsun, kaymakamlıklar olsun, bu tarağı alsın sahip çıksın; Şanlıurfa Belediyesi yazın, Şanlıurfa Valiliği yazın, İnsanlara bu kemik tarakları hediye edin, insanlara söyleyin bunu biz öğretiyoruz, bizim sanatımız, bizim kültürümüz, Kültür bu, sağlık. Sizin annanenizden tutun, 12 göbeğe gidin; hep kullandıkları tarak, bu. Çift taraflı, bir tarafı bitlerin yumurtası, bir tarafı normal saç tarağı. Saç problemleri yoktu, o yüzden ben; maddi anlamda beklemiyorum, manevi anlamda sahip çıksalardı. Sahip çıkmıyorlar, bu da beni derinden üzdü. Maddiyat olarak benim ihtiyacım yok, ben zaten kendi sanatımı, medyamı, kendi reklamımı zaten oluşturdum. Sosyal medya hesabımda 30.000 takipçim var, geçen hafta bir ulusal kanal bile buraya çat kapı geldi, benim çekimimi yaptılar. Bu neden kaynaklanıyor? Benim kendi gayretimden, kendi yaptığım özveriden ama insanlar meselâ bizi Türkiye genelinde %50, %40 oranında bir ilgi varken, Yurt dışında bu tarakları sıra dışı olarak görüyorlar. Bu tarak ne işe yarar, şimdi geçen gün diyoruz ki İsrail ürünlerini almayalım, yabancı. Tamam, kendi üretimimizi alalım, kendi üretimimize sahip çıkalım o zaman. Hani? Üretime sahip çıkılmıyor. Ben üretiyorum, ham maddeyi sıfırdan bakın ne hâle geliyor. Bu çok değil ha hani, kendi üretimimiz, sahip çıkalım, neden plastik tarak kullanıyoruz, neden, şampuanlar yabancı ülkelerin değil mi? Kendi üretimimize sahip çıkalım, bu iş birlikle olur, dayanışma ile olur, yani ben filanın ürününü almakla elde avuçta var sıfır. Hadi şampuan alma, saçını ne ile yıkacaksın? Benim burada bir beklentim yok, inşallah hayırlısı ile gelecek aylarda yurt dışına yerleşmeyi düşünüyorum, orada iyi ve güzel teklifler de aldım. Bu sanatımı orada icra edeceğim. Orada bunun tozunu bile sabun yapıyorlar. Keratin, sabun yapacaklar.
71 yaşında, yarım asırdır Defçilik mesleğini yapan Mustafa Yeşilkaya, mesleğe çocukluk yaşlarında başladığını şu ifadelerle belirtti: ''Küçük yaşta benim amcaoğulları derici, kürkçüydü. Rahmetlik babam, beni yanlarına gönderdi, yedi sekiz yaşlarında tahmini olarak, ilkokulu bitirmeden bu işe başladım. Amcaoğllarımın yanında çalıştım, askere gidene kadar devam ettim. Askere gidip geldikten sonra, kendi tezgâhımı kurdum. Allah'a çok şükür; çoluk çocuğu büyüttük, hamd olsun. En büyük sabır bu meslektedir, deriyi suya koyarsın; yumuşamasına sabredersin, yumuşamasının ardından işlersin, ilaçlarsın sabredersin ki kendi kendini çeksin. Sonra yine sabredersdin ki damda kurusun. Yani hep bir sabır var. Satma sürecinde de 10 ay kazanmazsın, 2 ay sürecinde sattın sattın. Ona da sabredersin." Dedi.
Def fiyatları boyutlarına göre 100 ile 300 lira arasında değişkenlik gösteriyorDeflerin fiyatı ebatlarına göre değişkenlik gösteriyor. Küçük olan defler 100 lira, orta ebatta olanlar 250 lira, büyük olanlar ise 300 liradan satışa sunuluyor.
"VAV İŞARETİ CENİN DEMEK"Deflerin üzerinde , görenlerin dikkatini çeken 'Vav' işaretini çizen Def ve Deri ustası Yeşilkaya; bu motifin taşığı manalara şu ifadelerle açıkladı:"Camilerde, Konya'daki medreselerin duvarlarında, büyük Vav işareti yaparlar, ben bir de yanına semazen yaptım. Vav işareti ana rahmindeki çocuk demek. Cenin şekli demek." Diye konuştu.
"Hobi olarak öğrenmek isteyenlere kapım açık"Ekonomik şartlar nedeniyle, çırak yetiştirmenin zor olduğunu ifade eden, Yeşilkaya, şunları söyledi:"Çırak yetiştiremiyoruz, yani çırak yetiştirmek için kazandığımın hepsini çırağa yatırmam gerekiyor ki, bir çırak yetişebilsin. Ben öyle zamanlar geliyor ki hiç siftah yapmadan, satış yapmadan dükkânı kapatıyorum. Ben çırağa ne vereceğim? Dün meselâ hiç siftah etmedim, bugün etmedim. Yarın daha belli değil, Allah bilir. Ben bile hobi olarak yapıyorum. Ama bu işi öğrenmek isteyen, hobi olarak yapmak isteyen insanlar olursa yanımda öğrenip, yapabilirler." Son olarak, bu işe başlamak ve yapmak isteyenlerin, öğrenmesi gereken ilk şeyin ise; defin deri haricinde herhangi bir metaryal ile yapılmaması gerektiğinin ise altını çizdi:''Def deri ile yapılır. Def'e her vurulduğunda ritmik olarak ''Allah'' diye zikrettiğini hissedersiniz, bu deri sayesinde. Ancak son dönemde çıkan defler plastikten yapılıyor. Benim bu işi yapacak olanlara tavsiyem deriden başka metaryal kullanmasınlar."
1942 doğumlu Mehmet Emin Güngör, Kazazlık mesleğine üç-dört yaşlarında, gitmiş olduğu Kuran Kursu'nda, arkadaşlarının işe girmesi ile birlikte, kendisinin de işe girmeye heves etmesi ile başladığını ifade etti."Beş altı yaşlarıma geldiğimde, aileme işe girmek istediğimi söyledim. 'Beni de işe koyun, kursta arkadaşlarım gidiyor.' " Dedim."Annem, bu isteğimi babama iletmiş. Babam da birkaç gün geçtikten sonra, bir cuma günü kolumdan tuttu, beni kazaz pazarına götürdü. Orada tanıdığı olan birine benim yürüme başladığımı, kazaz sanatını öğretip öğretemeyeceğini sordu. Tanıdığı usta da beni kâbul etti, rivayete göre, kemiği bizim, eti sizin söylemi ile başladık mesleğe. Ustamın eline bakmaya başladım, sabah ustam dükkânı açardı; etrafı sildim, su verdim. Büyümeye başladıkça kazazı nasıl işlediğini daha da merak ettim, ustam olmadığı zaman; yerine gidip oturarak yaptığını taklit etmeye çalıştım, o gelmeye yakın iken bozuyordum kızmasın diye. Bir gün, gelme zamanını iyi hesaplayamadığım için, beni kazaz yaparken gördü. Yaptığımı beğendi, . Ustamla birlikte çalışmaya o süreçten sonra başladık; o gün bugündür kazazlık yapmaya devam ediyorum." Dedi.URFA HABER|ÖZEL






